Metropolitan Olmak: Blasé attitude ya da Flâneur

TR

Kentte kendine yer bulmak ve bitmek bilmeyen üretim-tüketim (1) döngüsüne katılmak orada yaşayanlar için “rush hour”da kendini sokağa atmak anlamına gelebilir. Marc Auge’nin (2) Yok Yerler kitabında uzunca sözünü ettiği köşedeki kahveciden alınan kahve, her gün üzerinde yürünen kaldırım, tekinsiz otoparklar ya da istasyonlarda bekleşilen tren platformları bu hummalı kurmacanın parçalarıdır. Sorgulamayan kentli için dünyanın düzeni çoktan kurulmuştur. Hatta Jacobs’ın (3) sözünü ettiği anonim yaşamı böyle kent mekanlarında tezahür eder. 

Modern ve sonrasında kentli olmak; kent içinde bir Flâneur esrikliğiyle dolaşırken, öteki yaşam pratiklerini, kent mekânlarını, tercihleri fark etmek, onlardan ilham almak; diğer tarafıyla da karmaşık, çok katmanlı ve sisli kent yaşamında bıkkınlık yaşamak anlamına gelir. Kentli bu dikotomik yapı içinde tuhaf bir sarkaç hareketi yapar. Birey kent yaşamını merak eder, onunla hem-hal olur, duygu geliştirir. Diğer uçta ise tüm bu çılgın, fazla parlak materyal dünyasında şeylere maruz kalmaktan yorgun düşer; hatta ilgisizleşir. Kentlinin tepkileri belgisizdir; nitekim blase attitude kavramıyla Simmel’in sözünü ettiği “yüksek farkındalık” ve “rasyonel” tavır bir yönüyle mekaniktir, ezberlenmiştir. 

Dolayısıyla günümüz bireyinin kent içinde kendini tarifleyişi “metropolitan” olmanın karmaşık pozisyonunu tekrar okumak gibidir. Kent mekânında var olmak ve kentle kurulan ilişki Lefebvre’in çerçevesinden; Joyce’un (4) gündelik yaşamın aktörleri için kurduğu personalarla izlenebilir. Hatta günümüz gündelik yaşamında Lefebvre’in belki de bir bakıma tahayyül ettiği yeni metropolitan katmanlara da referans verir.

Kentlinin bu ikili varoluş şekli, günümüz metropolünden 20. yy başında kentin erken endüstrileşmiş, tekinsiz haline kadar uzun bir anlatıdır. Pasajlar’ın (5) yazılmasının üstünden 100 yılı aşkın süre geçmesine rağmen kentlinin vitrinlerle girdiği mücadele; en basit ifadeyle sadece mekânsal dönüşümler yaşamıştır. Pasajlar nostaljik bir sohbet konusu olmanın ötesinde, kentlinin şeylere maruz kalma halinin dönüşümünü anlatır. Biz snob mimarların hiç haz etmediği AVMler, sanatı alıp-satılan bir meta haline getirdiği için eleştirip durduğumuz sanat galerileri, konusu “yine banal olmuş” diye beğenmezken, giriş biletlerini almak için yanıp tutuştuğumuz mimarlık ve sanat bienalleri ve fazla burjuva bulmamıza rağmen deneyimlemekten geri kalmadığımız hipster mekânlar Benjamin’in sözünü ettiği pasajların derivatifleridir. Dahası kente büyük bir bataklık gibi saplanır; bu uzun listeden beslenir, öğrenir, onları iyice tüketir; sonrada da sıkılırız. Kent mekânının sosyal medya mecralarından takip edilmesi, bunların temel işlevlerinin dışında kentlinin sosyal pozisyonuna göre değer kazanması böyle tezahürlerdir. Diğer taraftan Simmel’in Blasé Attitude üzerinden anlattığı metropolün rasyonel ve belirgin steriotipler oluşturmasına bir tepki olarak ortaya çıkan tüm o alternatif mecralar kentlilerin yaşamında yankılanır. Ana akım yayın organları dışındaki iletişim platformlarının yükselişi, niş tasarımcıların, tekil üretim yapan artizanların dikkat çekmesinde böylesi bir etkinin izleri bulunur.

Günümüz kent mekanı ve Flâneur

Kentin merak ettiren ve içine alan girift yapısını Benjamin, 1900’lerin ilk yarısında Flâneur kavramıyla derinleştirir. 3. Napeloeon’un cumhurbaşkanlığı döneminde Paris’teki “komplocu” arketipi yardımıyla kentli bireyi gözetim altında tutması, Flâneur’un en temel nosyonudur. O dönemin siyasi ve sosyolojik bağlamında Fransa, kent merkezinde toplanarak üretime katılan “anonim” kentli birey çerçevesinden politik gerginlikler ve düşünce pratikleri tabanında anlam kazanacaktır. Benjamin onu işsiz güçsüz biri gibi gezinen, böylece insanları uzmanlaştırmayı amaçlayan ve tabii sistemi protesto eden biri olarak tarifler. 

Flâneur’ün var olduğu iki kent mekânı vardır, bunlardan biri pasajlardır. Benjamin pasajları 1952 tarihli Paris rehberini kaynak göstererek endüstriyel lüksün yeni buluşu olarak anlatır. İki yanında şık dükkânlar olan koridorlar kendi başına bir dünyadır. Hatta caddeyle iç mekân arasında kentsel bir tali yol; bir arayüzdür. Flâneur için diğer kent mekânı caddedir; kentin kullanımındaki kamusal ve konvansiyonel yapının tamamen dışındadır. Bu haliyle caddenin dört duvarı vardır ve ev gibi hissettirir. Cadde mekanında kamusallık ve bir mekana ait olma hissiyatları komplike bir hal alır, giriftleşir. Bu yazının da diyalektik çıkmazlarını ortaya koyan iki yazar; Benjamin ve Simmel duymadan görmenin tedirginliği konusunda bu anlamdasöz birliği etmişlerdir.  

Benjamin 1840’lara işaret ederek, Baudelaire (6) üzerinden kapitalizmdeki yükselişin gerçekleştiği kenti tartışır ve Paris entelektüellerinin hoşbeş ettiği bir zeminden söz eder. Bulvar gazeteciliğinin Paris’teki aparitif saatiyle ilişkisi, kent kroniğinin, kent dedikodularının var olduğu mecra olan café yaşamını bu şekliyle okumak mümkündür. Flâneur böyle bir ortamı kendine ev seçer; hatta bu dönemin “vakanüvisti”, filozofudur. Bu dünya Paris yaşamının fantazmagorisine (7) işaret eder. Benjamin bir adım ileriye giderek Flâneur’ü kentin kalabalıklık ve erotizm satır aralarından okur. Büyüsüne kapılınan görüntü kalabalık içerisinde yitirilmez. Elde edilememenin yarattığı tutku, meta ile kentli arasındaki aşktır. Flâneur kalabalık içinde dolaşır, sosyal etkileşimi azdır ama “asosyal” değildir. Benjamin kentliye Paris’te yaşamaya yargılı bir “lanetli” olarak bakar; aynı günümüz metropol insanının kirli havadan, kaba insanlardan ve bitmek bilmeyen trafikten şikayet etmesine rağmen onu bırakamaması gibi. 

Kaçınılmaz bıkkınlık: Blasé attitude

Benjamin’in Paris pasajlarında vitrinlere bakarken kendinden geçmeye hevesli Flâneur’ünün karşısında Georg Simmel’in bu vitrinlerdeki pırıltılı şeylere dudak kıvıran bıkkın, rasyonel Blasé attitude’ü (8) durur. Metropolün baskın ve yoğun etkilerini “bunu daha önce görmüştüm” tutumu ile uzakta tutma durumu. Fiziksel ve duygusal bakımdan insanlardan uzaklaşmış hisseden birey; tam anlamıyla yalnızlaşmıştır. Simmel’e göre insan olmak marifetiyle kentli, diğer kişilere karşı umursamaz ve ilgisiz kalamaz. Ne var ki; yoğun nüfuslu kentsel ortam bireysel benliklerini korumak amacıyla kişileri baskılar. Dahası, norm davranış biçimlerini benimsemeye zorlar. Dolayısıyla metropolis için Ruskin ve Nietzsche sevimsizdir, para ekonomileri ve entelektüel olarak var oluşun sorgulanması hoş karşılanmaz. Yoğun uyaran bombardımanı bireyde bıkkınlık duygusuna sebep olur. Artık en tepe noktada sinirsel uyarmayla kentlinin uyaranlara karşı tepkisizleşmesidir. Bıkkın birey homojen, düz ve gridir. Dolayısıyla, bir birey diğerine göre tercih edilecek belirgin bir farklılığını ortaya koyamaz olmuştur. 

Böylece metropolde diğer yaşayanların yaşama pratiklerine ve faaliyetlerine bağımlılık artar. Neticede biricik var oluş zorlaşır. Son kertede kimlik metropolitan olmaktır. Kişinin iç ve dış dünyası kentteki uyaranlarla sürekli yoğundur. Hissiyat kişilik yapısından temizlenir. Böylece farklı olmaya dair hassiyet artar, nitel farklar kendi sınırlarına ulaşır. En tuhaf egzantriklikler, bireysel uzaklaşmayı içeren belirgin metropolitan abartı ya da kaprisler… Tüm bunlar bir tür farklı olma şekli haline gelir. Burada kentli bireyin sınırları belli, net tavrı dikkat çeker; esnekliğe, değişken ve deneysel olmaya neredeyse izin yoktur. Blasé attitude kavramı bireyin kültürel gelişiminde ruhaniyet, hassasiyet ve idealizm bakımından bir zayıflama olduğuna işaret eder. Nesnel kültür birey için giderek daha da az tatmin edicidir. Geçmişten beri kent yaşamının bir parçası olan sosyal formülasyon, yakınlık kurmaya karşı duran antagonistik (9) ve bireysel özelliklerini, bağımsız duruşunu geliştirme açısından zayıf talepler getirir. Dolayısıyla metropolis kendi toplumundan tek tip insan üretir. 

Sosyal yaşamın üretiminde; etkileri, ilgileri ve dikkat çekeni tanımlamak kişisellik ortadan kalkınca son derece kolaydır. Kentli kendini konvansiyonel olan üzerinden tanımlar. Etiketler önem kazanır. Artık her bireyde var olan biriciklik, yerine başka bir şeyin konulamaz oluşuna işaret eden genel insani niteliği,  kişinin değerine dair bir ölçüt değildir. Tektip insan olma bireyin tensel ve tinsel olarak kendini tanımlaması açısından bir çatışma yaratır. Artık yargılama kaçınılmazdır ve kentlinin normları, statükolara tutunur. 

Sonuç olarak kent yaşamı, meraklı bir izleyici olmakla, bıkkın olmak arasındaki güçlü tansiyondan beslenir. Metropolü var eden insanı hiçe sayan üretim ve tüketim çılgınlığında insani olanı arayıp durmaktır. Bu sebeple kentli hatalar yapar, insan olmanın basit zaaflarını kendi içinde taşır. Tüm bunlar olagelirken kamusal kent mekânı bireyde aitlik oluşturur ve bazı yerler biz dünyalılar için özeldir. Konvansiyonel hedonileri banal bulur, tercihlerimizle ötekilerden ayrışmak için can atarız. Metropolitan olmak hem biraz Flâneur, hem biraz bıkkın olmayı gerekli kılar. Bu ikilikle hemhal olur, onun giriftliğinde kendimizi keşfetmeye çalışırız.

Not

Georg Simmel’in The Metropolis and Mental Life başlıklı metnini tekrar hatırlamamı sağlayan ve bu tartışmanın kapılarını aralayan sevgili meslektaşım Ozan Soya’ya teşekkürlerimi sunarım.

Konuk Yazar: Sedef Özçelik

Yazarın Notları

  1. Burada Marshall Berman’ın görkemli metni “Katı Olan Herşey Bularlaşıyor”u hatırlamak yararlı olabilir. Modernite çerçevesinden üretim ve tüketimin mekanla kurduğu ilişki ve kentlinin kent mekanıyla tanımlanması önem arz eder.

  2.  Mark Auge kentin anonim mekanları ve kentlinin bu kurgu içinde konvansiyonel olana nasıl uyum sağladığını global gündelik yaşam praktikleri üzerinden bir akış şeklinde anlatır.

  3.  Jane Jacobs Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı kitabının giriş metninde New York örneği üzerinden konut anahtarlarının emanet edilmesi, kaldırımların anonim yapısına işaret eder.

  4.  Lefebvre Modern Dünyada Gündelik Hayat kitabının Bir Araştırmanın ve Bazı Bulguların Takdimi kısmında James Joyce’un Ullysse eserindeki gündelik personalar üzerinden sterotipleri ve kapitalist sistemi tasvir eder.

  5.  Walter Benjamin Pasajlar (Pasagenwerk) kitabına 1927’de başlamış, ancak 1940 yılında ölümüyle tamamlanamamıştır. Kendi notlarına ve mektuplarına dayanarak yazarın bireyin toplum içinde var oluşuna dair felsefi yaklaşımlarını bir bütüncül metin kurgulayarak anlatmayı amaçlamıştır.  

  6.  Baudelaire, lezbiyenlik, kutsallık ve dünyevi aşka, metamorfoz, melankoli, şehrin yozlaşmasına, kayıp masumiyete, yaşamın bunaltıcılığına dair eleştirel bir tutum takınır. Bu anlamda “Kötülük Çiçekleri” şairin üretimleri  arasında önemli bir referans olabilir.

  7.  Kavramı Walter Benjamin “aldatıcı görüntü artık malın kendisidir. Bu malın içerisinde değişim değeri ya da değer biçimi kullanım değerini perdeler; kapitalist üretim sürecinin bütünüyle eş anlamlısıdır.” olarak açıklar.

  8.  Georg Simmel’in betimlediği metropoldeki uyaranlara ilgisini yitirmiş bıkkın bireyi tanımlayan kavram.

  9.  Muhalif, düşman, engellemekle yükümlü kişi, bir plot içindeki kötü karakter.

Kaynaklar

Augé, Mark, Yok-yerler, Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş (çev. T Ilgaz, İstanbul: Daimon, 2016)

Berman, Marshall, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (çev. Ü. Altuğ- B. Peker, İstanbul: İletişim, 1999)

Giddens, Anthony ve Philip W. Sutton, Sosyolojide Temel Kavramlar (çev. Ali Esgin, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2014)

Jacobs, Jane, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü Ve Yaşamı (çev. Doğan Bülent, 1.Basım ed. İstanbul: Metis Yayınları, 1961)

Simmel, Georg, The Metropolis and Mental Life The Sociology of Georg Simmel (New York: Free Press, 1976)

Lefebvre Henri, Everyday Life in the Modern World (New York: Routledge, 1971)

Previous
Previous

The Metropolitan: Blasé attitude or the Flâneur

Next
Next

The Circle Fanzin 1 / Mert Pekduraner