Tarlabaşı’nda Zaman ve Mekan

 
Ahmet Ergenç  14 Temmuz 2021

Ahmet Ergenç
14 Temmuz 2021

 

… Şiddet izleri, kırık camlar ve hafıza nesneleri sayesinde, geçmiş ve şimdiyi hissettiren, neredeyse zamana dair ‘haptik’ bir deneyim sunan bir sergi bu. Zamana dokunmak metaforunun literal hali de denebilir buna. …

 
Kalbim Ayna Gibi Boş, Gian Maria Tosatti, Haziran 2021, Fotoğraf: www.artfulliving.com.tr,

Kalbim Ayna Gibi Boş, Gian Maria Tosatti, Haziran 2021, Fotoğraf: www.artfulliving.com.tr,

 

Yakın zamanda, Tarlabaşı’nda pek de konvansiyonel olmayan, özel bir sergi açıldı: terk edilmiş bir bina üzerinden, Tarlabaşı’nın son yıllarına bakan, Gian Maria Tosatti'nin "Kalbim Ayna Gibi Boş – İstanbul Bölümü" adlı enstalasyon sergisi. Tosatti bu enstalasyon sergisini daha önce Katanya, Riga, Cape Town ve Odessa’da terk edilmiş ya da metruk bölge ve binalarda gerçekleştirmiş ve hep kayıp bir tarihin izinden gitmiş.

Serginin İstanbul bölümünde de metruk bir ‘art noveau’ binada Tarlabaşı’na dair bir hikaye kurgulanıyor ve tarih, zaman ve mekanla gerçek anlamda ‘baş başa’ kalacağınız bir deneyim sunuluyor: sergiye tek başınıza giriyorsunuz, sergiyi dolaşmak için yirmi dakikanız var. Bu plan sayesinde, mekanla, mekanın zamansal katmanlarıyla ve orada anlatılan şeylerle şahsi bir temas kurmanız sağlanıyor. Bu ‘deneyim tasarımı’ kısmını çok güçlü ve kritik bulduğumu belirtmek isterim. Özellikle de insanın hemen hemen hiçbir yerde yalnız kalamadığı şehir hayatında böyle bir yalnızlık deneyimi sunması, insanın bir yavaşlığa davet etmesi ve enstalasyonun içinde dolaşan kişiyi bir düşünce ve hatta tefekküre sevk etmesi açısından.

Serginin temelde yaptığı şey, Tarlabaşı’nda yaşanan şiddetli tarihsel ve kentsel dönüşümü, bu eski evin içinde, nesneler ve bir performans sanatçısının hareketleri üzerinden anlatmak.  Yıkık dökük bir Art Nouveau binanın içinde hayalet misali dolaşan performans sanatçısı, terk edilmiş eşyalar, açık bırakılmış bir kitap, boş yemek masası, boş koltuklar, boş sandalyeler, eski bir şarkı çalan gramafon, genel bir terk edilmiş duygusu ve kırık camlar. Bütün bu ‘melankolik’ ya da hayaletimsi duyguya tezat teşkil eden kırık camların şiddeti, insana bir terk etmenin, zorunlu yerinden edilmenin izlerini ‘deneyimsel’ olarak hissettiriyor.  Sanki dışarıdan şiddetli bir şeyler içeriyi zorluyor: dışarıda şiddetli bir kentsel ya da tarihsel dönüşüm içerideki tarihi yok etmek için ‘kapıya’ dayanıyor, ya da bu durumda ‘pencere’ye. Şiddet izleri deyince insanın aklına sadece Tarlabaşı’nın son yılları değil, daha öncesi, mesela 6-7 Eylül olaylarının şiddeti de geliyor tabii. Beyoğlu ve civarındaki hemen hemen bütün terk edilmiş binaların altında bir 6-7 Eylül 1955 şiddeti yattığını biliyoruz ama bundan hemen hemen hiç bahsetmiyoruz.

 
 

Bu enstalasyon sergisinin güçlü taraflarından biri de şu: geçmişte yaşanıp bitmiş bir şiddetten bahsetmekle yetinmiyor, o şiddeti şimdi ve burada, izler aracılığıyla hissettiriyor. Bu şiddet izleri (şiddetin dışarıda halen varolduğunu hissettiren izler), kırık camlar ve hafıza nesneleri sayesinde, geçmiş ve şimdiyi hissettiren, neredeyse zamana dair ‘haptik’ bir deneyim sunan bir sergi bu. Zamana dokunmak metaforunun literal hali de denebilir buna. Ya da bir Proust metninde olduğu gibi, mekanın içinde yol alırken aslında zaman koridorunda ilerlemek. Ne demişti Proust hatırlayalım:

Eserimi tamamlayacak vakti bulabilirsem, her şeyden önce insanları... mekânda kapladıkları kısıtlı yere karşılık Zaman içinde çok büyük, ölçüsüzce uzatılmış bir yer kaplayan varlıklar olarak tasvir edecektim kesinlikle çünkü insanlar yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları sayısız günden oluşan uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler.

Bir anlamda Derrida’nın ‘hontoloji’ (hayalet-bilim) dediği şeye girişen, mekanda zamanın izlerini yakalayan ve yaşatan bu serginin İstanbul’daki diğer terk edilmiş bina ve bölgelere uygulandığında neler çıkacağını merak ediyor insan. Zira İstanbul’un birçok yeri böyle anlatılmayan hikayelerle, kentsel ve politik dönüşümlerle unutturulan hikayelerle dolu. O hikayeleri şimdiye taşımak sadece geçmişi değil, şimdiyi kavramak için çok önemlidir, çünkü biliriz ki geçmiş gitse de aslında hiçbir yere gitmez, hayaletimsi varlığını sürdürür. Ta ki birileri gelip bu hayaletimsi varlığa bir somutluk kazandırana, geçmişe cisim kazandırana, geçmişle bir perde olmadan konuşana dek. Bazı mahallelerde havada bir şeylerin varlığını hisseder insan.

Sanki şimdiki zamanı huzursuz eden bir şey vardır da üstüne konuşmuyordur: ya da psikanalitik olarak söyleyelim – bilinç düzeyinde konuşulmayan bir şeyler mekanın bilinçdışı olarak, birer semptomu olarak mekana yansırlar. Arşivcinin ve tarih, kent, hafıza gibi şeyleri dert edinen sanatçıların rollerinden biri de budur sanırım: bu semptomları yakalayıp kayıp hafızayı kurtarmak. Ömer Hayyam caddesi no:11’de yer alan bu büyüleyici binanın sessiz hikayesini hayali olarak da bir ses veren bu serginin ‘geçmişi kurtarmak’ ve şimdiye taşımak açısından çok önemli bir şey yaptığını düşünüyorum. Zamanın hayaletlerini hissetmek ve terk edilmiş bir tarih parçası üzerinden Ömer Hayyam, Tarlabaşı ve İstanbul’a tekrar bakmak, geçmişin şimdide nasıl devam ettiğini bir daha hissetmek için mutlaka ziyaret ediniz.


The Circle’dan Okura Not

The Circle ekibi olarak Gian Maria Tosatti'nin "Kalbim Ayna Gibi Boş – İstanbul Bölümü" adlı enstalasyon sergisini tüm takipçilerimize tavsiye ediyoruz. Enstelasyonu 25 Temmuz’a kadar Salı-Cuma, 15:00 - 19:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Sergi hakkında daha detaylı bilgi için bağlantıya tıklayın.

Ahmet Ergenç

Ahmet Ergenç The Circle ekibinde Kültür-Sanat Koordinatörü ve editör olarak yer almaktadır.

Previous
Previous

STAIRCASE TO THE SOUL

Next
Next

WAFX 2021 Winners Have Been Announced!